Elif Amerika’ya gitti, kız yukarda oyun oynuyor ben dışarda oturdum önce cay ictim simdi Eda’nin getirdiği viski ile puro iciyorum. Bahceye baktigimda 6 yıl evvel Elif ile ilk aldigimizdaki halini hatırlamaya calisip şimdiki haline bakıyorum bahçeye. Yaza, bahara uyanıyor bahçe, tmm ağaçlar ufak ufak uyanmaya başladı, aklımda arkadaki asmaların büyümesin icin bir düzenek kurmak geciyor, bir yandan da komsulara ayıp olur mu diye düşünüyorum ama çok sorun olmaz sanirim. Sonra bir anda aklıma düşüyor on tarafa diktiğim ağaçlar ile visne, trabzon hurması, nektarin, zeytin, nar falan filan derken kucuk bir ormanın ilk adimlarini attım sanıyorum, arkada ise cinar, somut, cevizler vsvs zaten yazin çok güzel oluyor.
Sonra aklıma çocukluğumda Hayramcamin bagi ve bahçesi dustu. Kaç yasimdaydim hatırlamıyorum ama bildigim 4 yaşımdan 17 yaşıma kadar yazları bolbol vakit geçirdiğim bahçe geliyor detaylıca. Aslında detaylı diyorum ama hatırlamaya calistikca icime gercekten bir acı saplanıyor desem edebi olmak icin degil hissimi anlatmak icin uygun düşüyor. O bahçeyi hatırlıyorum, haziran 1 dedik mi karnemizi alır hemen amcama giderdim, cuma günü olurdu hep. Karne ile baslayan Konya da baharın baslamis olduğu, tamami ile yaza hazirlandigi Haziran 1 ile bahçede oyunlarım başlardı. Birbiri ardına dizilmiş onlarca yüzlerce baa bahçe sadece aralarda sinir icin oluşturulmuş menderesler olurdu, yola çıkmadan patikalardan kilometrelerce (yada benim cusseme kilometrelerce gibi gelirdi) giderdik. Bir tarafta Ucakli Dedenin bahçesine, oteki tarafta ise Karaarslan yoluna kadar gidilirdi. Aslında Karaarslan yoluna gitmek ise agabeyim ve Hasan agabeyimden duydugum efsanelerdi çünkü gercekten orası keşfedilmemiş amazon ormanları gibi gizemdi benim icin. Anlatirlardi ama hiç gitmemiştim ve hep hayal ederdim. Amcamin bahçesinde hayat fiskirirdi! Sadece bahar ile baslayan yesillenen ağaçlar, asmalar, sebzeler ve meyvalar degil, ailem icinde hayatin fiskirdigi yerdi. Hayramcam hayatinin zirvesine ulasmis ve gucunun-yasinin zirvesinde yaşardı, her insan öyle oluyor ya. Benim gibi 45’lerinde aklına olum gelmez, cocuklarinin, Yengeyengemin, kardesi babamin ve yegenlerinin olduğu hep geleceğe umutla baktigi, onlara bir hayat yasam verdigi bir donem. Oyle diyorum cunku öyle hissediyorum. Belki o da o zamanlar benim oldugum bu yaştaydı. Babam, yıl 1984 desem 40 demek ki Amcam da 47-48. Simdi ise ben 45, agabeyim de 51. Ayni zamanlardayız. Guclu hissediyoruz, hayattan beklentimiz bir umut, mutluluk, keyif veya özetle güzel bir yasam. Sonra hayat hızlanıyor kimimiz icin kimimizde yavaşlıyor ve düşüyor.Amcamin bahçesinde su yollar vardi, özenle yapilmis bir havuz vari, havuzun suyunun fiskirdigi doğalar taslarla yapilmis bir fiskiye, tipki hükümet binasının ardında olan KayaliPark daki fiskiyenin küçüğü. Su hayat verirdi, her zaman bir gelişimden icin calisirdik, kimi zaman yeni bir kulübe yapmak, kimi zaman yeni bir sebze ekmek, kimi zaman yeni dogan buzagiyi beslemek veya olan kayisilari toplamak veya sabirsizlikla kirazların kizarmasini beklemek. Veya olacak iftar oncesi geldigimiz sofra ortusu ile dallarını salladigimizi dut agacinden beyaz veya karadut toplamak. Bazen de yengeyengem veya Hasan agabeyim ile onca ot arasından yenilebilecek dedesakali ve ismini hatirlayamadigim bazı otları toplamak. Bildigim teksen, hayat ailemiz icin yükselişteydi. Babalar anneler genc, cocuklar gelişimden caginda her yaz gecesi gece yarilarini gecen sohbetler, amcam ile babamin anlattigi hikayeler, dedemin ve koyun hikayeleri. Babannem 1982 yılında vefat etti. Yanlış hatırlamıyorsam ben ilk okula yeni baslamistim. O zaman farkında degilim ona yasatmis olabileceğim üzüntünün. Bilemiyorum, bilinçli degil ama zaman deyince bunlar oluyor. Cok acımasız hayat, ağlamak geliyor icimden. 2-3 yaşımdan beri babaannem hep benle ilgilenirdi. Kagit oynardık, “al kara maca ver karamaca” hep yenmeme müsade ederdi, ayni oda da uyurduk, geceleri dua ederdi, sarisin boylu poslu yesil gozluydu diye hatırlarım. Bir defa kizmisbim “geceleri hep arapca şarkılar söylüyorsun” diye. Nasıl hissetti bilmiyorum. Kendine has bir kokusu vardi, dua eder namaz kılardı. Hatta geyik postundan bir seccadesi vardi. Severdim. Tulbenti vardi kokusu burnuma geliyor, sevgi guven. Mestli ayakları, kınalı saçları ve elleri vardi, kusagi vardi ve tam Turkmen renkleri olurdu uzerinde. Kucukken oyun olsun diye masaya bitişik duran sandalyelerin arasına gizlenmiştim de nasıl korkmuş. Neyse, vefat haberi geldigi aksam Amcamlarda kalmisti, namazda ruhunu vermiş, isiklar icinde uyusun. Sabah erken kalktigimda okula göndermediler, ben de birey anlamadım belki de okula gitmedim diye memnun bile olmuş olabilirim. Hatta cenazede dagitmak icin sekerler alindi, hatırımda hala, annemin busesinde duruyordu en son. Sonra 1 ay babam yas icinde evde televizyon acilmadi. Belki de okula gittim diye yalnız kalmisdi babaannem, belki o da hizlandirdi vefatını. Sirti agrirdi, bana kendini çiğnetirdi, Hayramcamlarin sobasında işittiği taslari sırtına, ağrıyan yerlerine koyardı. Bazen zoruma giderdi üşenirdim çiğnemeye. Babaannemi kaybettik ama o durumu sindi daha net anlıyorum, dedimin ailesinin yükselişi bitmiş, dedem vefat etmiş, koydeki düzen bozulmuş babam ailesini kurmuş, amcam ve halalarım ailelerini kurmuş ve ucmuslardi yuvadan. Dolayisi ile güçlenme ve gelişme bitmiş dağılma baslamisti. Dedimin ailesinin durusu, baska baska ailelerin yükselişi ile devam eden degisime ayak uydurmuştu. Babaannemin kaybı ile o süreç bitmiş ama Amcamlarin, babamlarin yükselişi baslamisti. Iste benim hatıralarım tam burada başlıyor ama o zamanlar boyle yorumlamamistim. Sonra doyasıya yıllarca bu gelişmenin icinde yaşadım, bahçe hatıralarımda hep oradan. Amcamin arıları vardi, orada gordum erkek ari nedir, iğnesi neden olmaz, işçi ari savasci ari, kralice ari, sepet kovan, sandık kovan nedir. Ari ogul verdi, ogul nasıldır nasıl kovana yerleştirilir, arılar nasıl duman ile sarhos edilir. Nasılagaca asi yapılır yada asaca zift ile yaralanan yerleri tedavi edilir. Kostebek tabancası nedir. Nerden kaldigi bilinmez bir revolver-altipatlarim vardi. Herhalde Hasan agabeyimdedir su an. Pekmez ve baa bozumu nedir, sıra nasıl çıkar, pekmez yaparken puf noktası diyebileceğimiz, ayni bağın toprağından kaynayan pekmeze toprak katildigini oradan ogrendim. Findik agacini ilk orda gordum ama Konyada findik yetişmediğini de orda gordum, ilk beyaz kiraz, velilerin bahçesinde gordum. Catlayana kadar erik, kiraz, kayisiyi oradan yedim hemde agaca tırmanıp ta uzerinde yerim ayni sekilde ellerimi zift gibi karartacak sekilde karadut yediğim veya ceviz topladigim zamanlar oldu. Cevizin karaligini ceviz yaprağı ile temizlemeyi orada ogrendim. Orada yeni dogum yapan ineğin sütüne Agiz dendiğini, seker ile pek güzel 0ldugunu orada ogrendim. Hayramcam sayesinde hasretle savasi, budamaya gordum. Erkek uzum , çekirdeksiz uzum ilk orada gordum. Sanki laboratuvar gibiydi. Orada Hasan agabeyimle köprüler yaptım, su yollar uzerine. Visnenin sadece hisne suyu ambalajları içerisinde olmadigini, ve aromasını orada gordum, kendimden geçtiğim, keske çekirdeği olmasa da avuç avuç yesem dediğim zamanlar hep oradaydı.Biz gülüyor, egleniyor ve buyuyorduk tipki ailemiz gibi ama sonra farkettim bu gecen zamanlar bizleri buyurur ve geliştirirken Hayramcami zamana karsi yavaşlatıyor ve yaslandiriyor. Hayat bir geri, vikisi var, duraklaması var ve inisi var. Hersey gibi evimizi de buyutuyorduk ama yavaşlayan bir hazla. Lisede yavaşlayan ivme ile fizik dersleri alırken bunun aslanda doğanın kanunu olduğu ve heryere uygulanacagini iste 46 yaşına girdigimda idrak edebilir olacagimi bilemiyordum. Önce Atilla agabeyim (isiklar icinde uyusun) evlendi ki bu buyuk bir degisimdi ailede, sonra Yagmur oldu. Yagmur ise bana ve konumuma etkisi ile kalici hissettirdi degisimi. Ailenin en küçüğü ve ayricaliklisi konumumu ona devrettim. Artik hayramcamin torunu olduğu icin, gönlümü alsa dahi ailemizin en küçüğü ve biricigiydi. Ben o yaşımda, Alper kıskanıyor demesinler diye, kendi cocuk aklımla oyuncaklarımı ona hediye ediyordum ama icten ice uzaklaşıyordum bu mutluluk çemberinden, buna büyümektedir deniyor sanirim.
Artik yazlarımı bahçede daha az geçiriyordum zaten geldigimde de Yagmur benim zamanında yasadigim seylerin benzerini yaşıyordu. O da çok şanslı diye düşünüyorum bu tecrübeyi o da maddi diye. Hayramcami yasamak ve deneyimlemek belki bir ikimize kısmet oldu. Zaman içerisinde, ergenlik ve okul yaşamı savrulduk. Bu arada Atilla agabeyimden sonra Hasan agabeyim sonra Mehmet agabeyim, sonra agabeyim evlendiler. Eskiden her cuma cumartesi bir araya gelen ve saatlerce birlikte vakit geçiren, yaz gecelerini bitiremeyen, iftar ramazan kurban icin sürekli birlikte olan aile ufak ufak ayni düşmeyecekmiş başladı. Baska ailerler oluştukça, o ailelerin gelişimi başladı. Ilk gelişimden Yagmur ardından Elif ardandan Hayri sonra Mert arada Deniz ile son bir büyüme, devamında da her olusan ailenin kendi gelişimleri neticesinde kopmalara sebep oldu. Aynisi Babamlarda biraz farklı oldu.
Agabeyimin biraz sorunlu olan evliliğinin baslangici yüzünden hızlı bir ayrışma yaşandı. Ilk baslarda Agabeyim kopuş yaşadı ve kendi gelismine baslarken biz 4 den 3 e sustuk ve daha fazla Amcamlara bağlandık. Sonrasında Agabeyim tarafında konu cozumlensede asla aynisi gibi olmadı ve benimde ilk evliliğimin gitmemesi sebebi ileBabam ve Annem icinfarkli ilerledi. Benim Istanbulda olmam sebebi ile benim kendi yoluma gitmem, bizimkiler icin farklı ilerledi.Hayramcama döndüğümde,son hatirladigim benim is hayatin baslayacagim 1996 Ekim ayından evvel 15 Eylül’de 1 haftalık koye gitmemiz ile neticelendi.
Hayramcam, Babam. Hasan Agabeyim ve ben bizim yesil 124 ile koye gittik. Yolda verdigimiz bir molada banam ve Hayramcam çömelmiş eski günleri yadederken Hasan agabeyim sozu icimde hep kaldı. Onlara bakarak “bak bunlar bir daha ne zaman boyle olurlar bilinmez ama olum herkes icin var Alper” demesi beni hala düşündürür. Sonraki yıllarda olmadık seyler oldu, sonra ogrendik ki Hayramcamda amansız bir hastalık var ama hala mutlu biten Turk filmleri gibi bir mucize olup Amcamin iyilesecegini dusundum.
En son hatirladiklarimdan, kisa denk gelen bir ramazan bayramı icin Istanbuldan gelip Amcami zayiflamis görüp, sonradan bir anda nesesinin ve enerjisinin geldigi gunun akşamında dizlerine sicramis kanserin grisi ve sizisi gitsin diye dizlerini ovdugumu hatırlıyorum. Beni usandirmisti Amcamin bu agrilari, insanin ici yanıyor simdi bile düşündükçe. Sabahina da Amcamin kaybettik. Tam tuvalete gittiğimde cigliklari ve veryansinlari duydum ki Hayramcam’i kaybettik. Ise o zaman gökyüzü nasıl ic bunaltıcı ise hayatta öyle.
Hayat o bahçeye ve çocukluğuma asla gunesi bir Haziran 1 seklinde doğurmadı. Hayramcami özlüyorum, daha da baska ifadesi yok bu hislerimin. Amcam vefat edince onun ailesinin gelişimi, güçlenmesi ve zayıflaması bitmiş yeni yeni ailelerin büyümeleri icin meydana bizlere birakmisti. Simdi donup bakıyorum aileme, Hasan agabeyim, Mehmet Agabeyim ve agabeyim kendi büyümelerine bakarken, ben ayni sekilde kendi yolumda giderken, bize bugünleri verenler sahneden birer birer çekiliyorlar. Ne zor, oldugun yerden inmek ve başkalarına yer acmak icin oyundan çıkmak. Ayni seyi dizim Idil’e bizde yasatacak olmamız ne zor. Acaba Hayramcam ne düşünmüştü. Bu dongu çok zor, özlemek tahammülü ne zor bir deneyim. Yakin zamanda hayatıma giren bir soz: “insan hayati 3 kelime: eğer-meger-keske” çok acı tat bırakıyor agizimda, ozellikle de KESKE ne feci bir kelime. Keske Amcam ile daha çok vakit geçirseymişim veya keske Amcama sigara icirmeseymisim keske arkadaşlarımla vakit geçireceğime orda vakit geçirseymişim diyemiyorum, dongu ve degisim insani çekiyor ve seni sen, hayati hayat yapıyor.
Elif amerikada Idil, Cherly ile oyun parkına gitti, ben de bahçemde oturmuş bunları yazıyorum. Bu bahçeye sahip olmaya karar verdigimde iki temek duygu vardi icimde: Korku ve mutluluk. Bu baca Hayramcamin bana verdigi bir hediye, adi mutluluk! Korku ise acaba başarabilir miyim? Bir bahçe, öyle Hayramcamin bana sagladigi seyler gibi sadece eglencesinin yanında bana yansitmadigi zorluklara göğüs gerebilir miyim? sorusunun bilinmezligiydi.
IMG_9075
Simdi goruyorum ki gutum yettiğince burasını bayindir kilmak ve sonradan sahneden çekilmekte ve degisime emanet etmek gerek sanirim.
Hayramcam, Babannem, Atilla agabeyim isiklar icinde yatın…sizi özledim ve size minnettarım hersey icin, bugunum icin, beni yetiştirdiğiniz ve emekleriniz icin.
Uc resim özetliyor herseyi, sanirim bizlerde eklendikçe kendi resimlerimizle, sonsuz albumu tamamlayacağız..dedimin geçirdiği trafik kazasi sonrası çektirdiğin resim, Hayramcamin hastayken yatakta çektirdiğin resim, yukarda Atilla agabeyimin hastanedeki resmi….
Alper 7 Nisan 2019 – Pazar
2 ay evveldi sanırım, once Hayri-Yagmur, sonra Dogukan, Elif, sonra Hatipler grubundan yardim Agabeyime, Hasan Agabeyime. TransToros yapalım, (uyandırıp ürkütmemek icin) 2-3 gun koy ve yayla yapalım diye. Aklımdan Elif-Dogukan minimumda, az ihtimal ama agabeyim, yengem, Hasan Agabeyim ve Ayse ablam gelirler diye düşünüyordum. O durumda daha çok aile gezisi olur diyordum. Sonuclardan ve cevaplardan ise Dogukan’in gemiden karaya vikisi riskte, Elif’in isten dolayı ve tabi ki kızdan dolayı gelmesi düşük ihtimal, agabeyimin ise onca gezi planina ragmen bu gezinin onayını yengemden alamayacağı (saka saka) anlasildi. Hatta durum öyle ic karartıcıydi ki ben kendi kendime, ulen kimse gelmez ise ben Leke ile kendim giderim, tatilimi yaparım, düşünmek ve kendikendime kalma fırsatı olarak görüp bu geziyi yine de yaparım dedim. Ne olabilir ki? En kotu akşamları biraz tedirginlik olur ama onda da bir gelişimden alanı var diye dusundum. Neyse ki korkulanın en kotusu olmadı ve Hayri-Hasan Agabeyim, Mert yegenim, Yagmur tamam dediler. Yazmadan geçemeyeceğim, Yagmur hafiften kivirtir gibi oldu ama Zehra’nin da olduğu bir telefon görüşmesinde onu bağladım, Hayrinin cumartesi calismasi gerektiği ve pazar sınava girmesi gerekliliği haricinde hiç sorun cikartmadigi, Mert aslanlar gibi ilk gunden tamam lafının arkasında durduğu, Hasan agabeyimin de (bir hissiyat sadece) bir beni denediğini belirtmek istiyorum.
Gecen defa TransToros yapilacaginda yasanan aksaklıklar (Böbrek taşı vsvs) sebebi ile herseyin en kötüsüne hazirlamistim kendimi, ama büyükçe bir aksilikle başlamadı macera. Her turlu kamp malzememi adim yanıma hatta Survival Cantamdaki pekcok malzemeyi geride bıraktım, ihtiyac olmaz diye. Gercektende yanıma alsaydım iyi olurdu diyeceğim birşey olmadı, sadece komando sortum vardi, keske onu alsaydım dedim ama o da evde yeni yinamisti, kurulmasi gerekiyordu 🙂
Neyse tum yerleşimleri Defender’a koyup yerlestirdikten sonra (Land’in bakimlarini yapsın diye Ayhan usta’ya götürmüştüm 1 Mayis gutu, sagolsun iyice bir gozden geçirip, fazla birşey yapmaya gerek olmadigini söylemişti) aksam evde TV seyrettim ve gece 3AM gibi yola çıkmaya karar verdim. Tabi ki alarmı AM yerine PM koyunca, Idil’in sut seansında Elifin uyanması ile ayağa kalktım, hemen 2-3 dakikalık bir giyinme ve dis fırçalama seansı sonrası yoldaydım artik. Bu arada gazetelerde de Ankara’yi sel aldigindan şiddetli yagis oldugundan bahsediliyordu.
Kocaeline yaklasinda başladı yagmur, ama çok sorun degil benim icin, çünkü gözenin almisim bunu. Leke ise umursadigi yok, çünkü onun derdi ne oluyor anlamak, nereye gidiyor, ne yapacak? Kocaeli, Sakarya derken yolda hem arac kullanıp hemde Berceste’den aldigim isli peynir (Sibirya da ilk defa tattigim) ve UzunMustafa (veya Hasan) ekmeginden kopardigim parca ile kahvaltı ediyorum. Tabi ki her zaman yanımdan ayirmadigim bicagim ile keserek. Iyi degil mi? Yola devam ediyorum, Ankara’ya yaklastikca yagmur artıyor ama öyle ölümcül degil. Ankara ise guneslik, öyle 1-2 gun evvelindeki sel-firtina durumu yok.
Biryandan da aracın yakıt göstergesinde gozum. Gecen seferden çok anlatmistim, TransToros yaptigimizda kullandigimiz Defender V8 idi, sesinin güzelliği, benzinli araclara has olan az titreşimi bir yana benzini huuupp!! diye iciyordu: 20lt/100km. Ister hızlı, ister yavaşlar, ister arazi, ister dua yol, sabit tuketim. Hesabin kolayliginin yaninda, Ankaraya varmadan bir full depo bitirmiş ve yenisine baslamistim, ve tum TransToros suresince arkada iki adet 20lt ilk jerrycan tasimistim, hatta yolda kaldigimizda (benzin göstergemiz calismiyordu, sagolsun Muammed ustanin bize hediyesidir) sürekli oradan takviye yapmiştim. Sonuçta hem benzin hem de 100km de 20lt, bir depoyla 400km yapan bir defender sonrası, sadece bu sebepten alimini yaptıgım, Ozel Harekat cikmasi yeni 300TDI’in yozumu kara cikartmiyor. Hem 120km/s normal sürüşte, azarsam 140km yaptıgım 300TDI, hem süreklilik hem rahatlık hem de tüketim anlamında iyi bir yatırım oldugunu gösteriyor: 687km yapıyorum bir depo ile. Ortalama hız 120km/s.
Arada 1-2 mola vererek öğlen vaktinde Konya ya giriyorum, ve farkında daha sonra olacağım “Fırtına Avcilari” moduna girme konusunda ilk tecrubemi paylaşıyorum. Konya da dolu ve şiddetli yagmur karsiliyor beni. Dogruca Yagmur’a gidiyorum, o neredeyse hazır, 1-2 kahve içip, Zehra ile sohbet ettikten sonra, cikiyoruz yola. Amcamlara gidiyoruz. Bizi Hasan Agabeyim ve Mert karsiliyor. Yengeyengemi görüp, sohbet edip, def ve Leke’yi Mehmet agabeyimlere bırakıyoruz ve alisverise cikiyoruz. Plan şöyle: Yemekleri alıp, Hasan Agebeyimin karavanına yükleyeceğiz ve sonra biz tek araba (Yagmur, Mert ve ben) yola cikiyoruz Acigol’e. Hayrinin otobüsü geceyarisi inecek, onlara bize katılacak geceyarısından sonra.
Kasaba giriyoruz ve şunları alıyoruz: pazartesi-4 kilo Pirzola, salı-3-4kg ortalik kaburga, çarşamba-4kg sac kavurmalik, perşembe boyun-duduklude pisecek. Biraz sucuk ve Leke’ye ne olur ne olmaz diye kanat. Sonradan ilave edeceğimiz 60 yumurta ve Hasan Agebeyin alacağı patlıcan, soman, sarımsak vsvs.
Hizlica malzemeleri ve Hasan agabeyi bırakıyoruz Hayramcamin evine, orada Mehmet Agabeylere gidip vedalaşıp, cikiyoruz yola. Keyfimiz yerinde (bu arada aldigimiz 24 efes, 24 tuğorg ve 10 bomonti ile benim stoklarimdan gelen Zivania) yola cikiuyoruz. Sohbet, muhabbet gidiyoruz, ancak Karapinar’a vardigimizda fırtına-yagmur, bulutlar alcalmis, elle dokunmaya korkarsın, o kadar sihay-kara. Diyoruz ki gecen veya en kotu gider otelde kalırız. Once Yeke golüne donuyorum, hem yagmur bitene kadar dolasiriz hemde orayio da görmüş oluruz. Ama hiç Karapinar’i boyle yagis altinda gormedim. Neyse oyalanıyoruz gidiyoruz geliyoruz, sürekli yagmur yagmur. Acigol’e donuyoruz orası ondan da felaket. Oyalaniyoruz, oyalanıyoruz. Hava gercekten mi karardı yoksa fırtınadan mi bilinmez bir sure sonra hava dindi. Ciktik baktık taman gibi, Hala bir kuşku olmasina ragmen, cadirimizi ilk yıl kurduğumuz yere kuruyoruz. Tuvalet kuruluyor, uyku tulumları, hisme yataklar, ates, cay vsvs.
Iste kamp, moralimiz yerine geliyor, acıkmaya da başlıyoruz, koyuyoruz 3 konserve kuru fasulye ve soman. Agizimizdan burnumuzdan geliyor soğanın adisi 🙂 Keyfimiz yerinde, Yagmur da Mert te memnunlar. Keyiflerimiz gıcır!! Niye olmasın ki! Cay ve kahve yapıyoruz, hava yumuşak…yildizlara bakıyoruz….artik uyuma vakti, giriyoruz çadıra (bu arada gece yarini yanan ates bosa gitmesin diye saçta yaptigimize sucukları da unutmayayım). Leke pozisyonunu almış, Yagmur’un bir gun oncesinde bir koltukla münasebeti de olmuş belli ki midesi bozuk, saliveriyor gazi, kızıyoruz, öyle pis kokuyor ki. Neyse herkes pozisyonunu alıyor ve uyuyoruz. Gece yarisi Starwars müziği ile gelen Hasan Agabeyimi sürprizi hariç kesintisiz uyuyoruz. Yagmur utanuiyor gaz sebebi ile uzuyor karavan’a. Pisman oluyorum kizdigima. Ama got kadar çadır, 4 kisi (Leke dahil) offoff!
Sabah gun istiyor, gökte evvelki geceden bir iz dahi yok…sadece gunuz ve masmavi gol!
Hasan Agabeyin cay ve kahvaltı hazırlıyor.Kuflu peynir var, yiyoruz, canimizi iciyoruz. Keyfimiz gercekten iyi. Hayri ile hasret gideriyoruz. Ufaktan hazırlandıktan sonra yola cikiyoruz, GOlun etrafını bir turlayıp veda ediyoruz. Acigolden Karapinar’a oradan da Karadag’a yola cikiyoruz. Karadag hizasında ana yoldan sahip BInbirklise denen ilkçağ hristiyanlik bölgesine gidip, oradaki tarihi eserleri ziyaret ediyoruz.
Ortam değişik. Ovanin ortasında 2000mt ilk bir dag, volkanik kalıntı, Icerde iklimde ortamda farklı. Agaclar, uzum bağları, yukarkara cikildikca ortaya çıkan otlaklar, volkanın kurumuz krateri ve zirvedeki askeri ve TRT-Meteoroloji istasyonları.
Tarihi kliseler disinda, yılki atlarını goruyoruz. Sahipsiz vahşi uc at goruyoruz.
Belli ki aileler. Siyah erkek, Kahverengi disi ve bir de Tay. Heryer çok güzel. Resimler çekip tekrar anayola donuyoruz.
Bu arada yagmur bitti, ohbe hava güzel deme gafletinde buluyoruz ki sonradan hep imtina ettigimiz sekli ile firtinayi cagiriyoruz resmen. Karaman uzerinden Hadim istikametine cikiyoruz. Yol uzun bir de yolu sasirinca is biraz daha uzuyor. Yol uzayınca da acıkıyoruz, arada mola veriyoruz. Bende bir yorgunluk ve moral bozulması var, Yagmur farkediyor. Hakli ve aslanda moral bozacak birşey yok 🙂 En sonunda Hasan Agebeyime sürprizi yapıyoruz. Ilk konuştuğumuz dogruca Koy uzerinde Egri gole cikalim derken, yolu değiştirip Bolat yaylasına cikalim diyoruz.Kiziyor falan ama o da macera pesinde, tamam diyor.
Bolat yaylası, Bolat-Dedemli yolu uzerinde Bolattan 1-2km ilerde sola asagiya ayrılan bir yol. Iniyoruz vadi tabanına ve oradan devam ediyoruz. Bir sure sonra irtifa kazanmaya başlıyoruz, vadinin sonunda da sola kıvrılan ve diklesen bir patika. Bizim defender ile sorun hissetmeden çıkarken telsizden (bende Elif’e amerikandan aldirttigim bir walkieTalkie var, her iki araca birer adet koyuyoruz, kolay iletisim icin. Gercekten de isimize yarıyor, ozellikle telefonun çekmediği yerlerede, ancak kusurlu konuşma, laf sokma vsvs icin daha yogun kullanildugundan genellikle şarj problemi ile karsi karşıya kaldık seyahat boyunca)Hayri yolda kaldık diyor. Inanmaz sekilde donup bakıyoruz hakkaten de kalmışlar, yol yağlı çamur, ve Hasan agabeyimin karavanı patinaj yapıyor.
Onca ben ordan çekersem devam ederler diye düşünüp vincliyorum, sonradan vinclenen yerden sonrada patinaj devam edince, onde Defender arkada Karavan ceki demirleri bağlı sekilde, LOW-DIFF LOCK olarak çekip cikiyoruz tepeye, oradan da kamp atacagimiz evvelki yıl kamp yaptigimize caliligin oraya. Cadirlar kuruluyor, ates yakılıyor ama yagmur pesimizi bırakmıyor. Biliyoruz ki karavanda en kotu kalırız, bekliyoruz. Sansimiza kisa zamanda yaylanın uzerindeki bulutlar hafifliyor, bize çadır kuracak zamanı veriyor. Artik biliyoruz Yagmur’u ayni çadırda yatiracagiz :))) Iki cadir’i usulu ile kurup, hazır ediyoruz, ates hazır, icecekler hazır. Iki seferde shotlar servis ediyorum. Zivania ve benim el matarasinda olan ve halen de ne oldugunu hatirlayamadigim (konyak kesin degil) rakia sanırım. Iyi temenniler ve dilekler icin serefe kaldirdigimiz shot’larimizi icinde icimizde tatlı bir sıcaklık yayılıyor. Amcaoglum ve en yakin ailem ile bir arada olmak ne güzel şey. Hicbirseyini saklamadigin, herseyi paylasabildigin kanindan, soyundan sopundan gelen insanlarla bir tatil ve macera. Atesin durumu iyi, Yagmur geciyor direksiyona başlıyor pişirmeye pirzolalari. Bakiyoruz 4 kilo pirzola baya bir fazla, ekmek yememe kararı alıyoruz. Hatta etin yaninda salata dahi istemiyor. Birtek sogan ve sarımsak. Ilk gece tum delikleri acan, Elif in verdigi soğanın etkisi bu gece yok, çünkü Hasan agabeyim bir soman getirmiş, armut gibi ısıra ısıra yiyorsun, sogan kokusu bile yok bırakalım gozumuzu yasartmayi. Yiyoruz yiyoruz, kemiklerini ise Leke icin biriktiriyoruz. Bu arada Leke de yemeğini yemiz, bizim çadıra çekilmiş uyuyor. Pirzolalarin son iki turu artik sadece et bosa gitmesin diye yeniyor, doyumsuz, tikanmisiz. BU arada cay ve kahve konuyor, atese har veriyoruz ki üşümeyelim diye.
Bir yandan da tartisiyoruz yarin ne yapalım diye. Sonunda Hasan agabeyi ikna ediyoruz Yagmur ile. Yarında kalıyoruz Bolat yaylasında. Aksam yatma vakti benim icin, yorgunum, tum gun direksiyon sallamisiz, diyorum ben yatacağım. Bu arada pirzoladan artan sarımsak ve soğan var, onları kavurmaya başlıyorum sac uzerinde, diyorum ki acaba bir yumurta mi kirsak diye espriler ucusuyor bende soğanları ve sarımsakları kavuruyorum karamelize olacak sekilde. Sabah kahvaltıda bir seyler yapacağım artik. Gidiyorum çekiyorum uyku tulumunu uzerime, Leke yi yanıma çekiyorum, üşümesin istiyorum Kopegim. Buralara kadar getirdim, keyif alsın, özgürce koştursun diye. Su ana kadar şikayet etmedi. Yemegi vardi, yedi, dolaştı, postu, umuyorum arac ile seyahat onun icin eziyet degildir.
Gece tulumun icine girmedim sadece yorgan gibi uzerime cektim, o sebeple biraz üşümüş uyandım. Aslında ayaklarım üşümüş, hemde çok üşümüş diye düşünerek uyandım bir yanda da mesanem patlayacak kadar dolmus.. ne kadar icti isem cay kahveyi 🙂 Ayakkabilarimi giydim ettim kendimi hemen disari. Sürekli uzerimde termal icliklerim var, HH markalı. Gercekten çok hafif ve gercekten soğuktan koruyor. Neyse hızlıca dizimi fircaladim, yozumu Def’in yanina astigim sus torbasında yıkadım. Saat 6AM gibi birşey. Yuruyus yapayım dedim, Leke zaten dünden hazır, sagdan cadirlarin arkasından başlıyorum yürümeye. Ormanin iclerine dogru yürüyorum.
Gercekten park gibi, hafif bir yokuş yukarı parkur yürüyorum, dolanıyorum geliyorum. Bu arada bizimkilerde uyanmaya baslamislar, ben geciyorum atesi harlayalım diyorum. Elifin bana hazirladigi kavrulmuş kıyma aklımda, kasaptan (Konya Saglik Kasaba – Yagmur’un favorisi, benim lisemin hemen karsisinda, hatta fizik hocam Ekrem Vahaplarin 20-30 yıl evvel yasadigi binanın alt kati :)) aldigimiz mantarı yıkatıyorum, kavrulmaya baslayan soman sarımsagin uzerine koca bir tereyağı kalıbı atıyorum, uzerine ellerimle mantarı parçalayıp atıyorum, ve en sonunda da tum kıymayı boca ediyorum, baharat olarak kirmizi biber (az atıyorum Hayri çok acı yemediğini söyledi), sumak ve tuz atıyorum, uzerine de Elif in almamı israrla söylediği dogranmis domates konservesini boca ediyorum. Atesin kıvamı iyi ve pişiriyorum kavuruyorum, neredeyse oldu, Hasan agabeyim yumurtaları getirdi. Herkes 3-4 yumurta istiyor kendisi icin, kaba bir hesapla 20 yumurta 🙂 kiriyorum ve uzerine bir kapak…5-10 dakika daha devam ediyorum, sonuc sanıyorum mükemmel, çünkü herkes kaşıklarla girişiyor.
Yaninda ekmek ve sogan yine. Bu arada hava iyi dedik ya yagmur bulutlar toplanmaya başladı. En son karar vermiştik, zinhar hava çok güzel demeyecek ve sadece hayirlisi ile yararsa rahmettir yagmaz ise sansimiza diyeceğiz, ama yine totem tutmuyor. Yagmur başlıyor. Bir yandan da erken kalkmanın sebebi ile uyku bastırıyor. Yagmurda çadıra giriyorum, Leke de arkamdan geliyor, uyuyoruz, disarda çadıra dusen damlalar, çok güzel, uyuyorum. Bu esnada uyanıyorum, içerisinde hamam gibi olmuş. Yagmur pagmis bitmiş, gunes acmis ve nadiri hamama çevirmiş. Kendimi zor atıyorum disari. Diyorlar ki ekmek bitiyor, Bolat a gidip ekmek vsvs alalım. Yagmur, mert, ben yola cikiyoruz, Hasan agabeyim ise ortaya güvecinize e koymuş, pişiriyor.
Garibime gidiyor, sanki guvecinnuzerine aluminyum folyo kapak yapmış kapakta kabarmış, şişmiş. Neyse gidiyoruz Bolat a yolda telefon çekmeyecekler başladı. (Bu arada ara yollar haricinde hiçbir yerde telefon çekmiyor. Cektigi yerde de Edge çekiyorum. Diyorlar ya 4 çeker :)) Bolatta kucuk bir bakkaliye buluyoruz, bir haci amca var, ekmek diyoruz, iki tane kaldı diyor, ben yufka ekmeyi olsa da olur diyorum.
O da hanim gelsin hazırlatayım diyor. 15-20 dakka oyalanıyoruz. Yıllardır görmediğim Gripin var, 10 kutu alıyorum, yufka ekmegi, 2 normal ekmek, 5-10 tane cukulata ve sabahki performansa takip 60 tane yumurta alıyoruz. Dondugumuzde yine yagmur var, ama çok hafif. Hasan agebeyim güvec-orta hazır diyor. Yine ikişer shot ile Zivania atıyoruz, iyi dileklerimizle. Ardindan Hasan agabey, koca bir tepsiye güvecinize deviriyor.
Abartiyor denebilir ancak, ortadaki kaburgalar bazen agizimiza geliyordu ve kemiklerde eriyip gidiyordu agizimizda. patlicani, domatesi, salçası, eti herseyi muhteşem bir yemek oldu.
Yemek sonrası yine kahve-cay ve bol bol toplanan orman artıklarından ates taktik. Ates bası sohbeti, eglencesi, hikayeleri herseyi ile yine güzel bir gun ve gece oldu. Sanırım yine ilk ben uyumaya gittim ve saat geceyarisini çoktan gecmisti.
Sabah yine 6AM uyanma saati, ufak bir sabah temizliği sonrasında yine Leke ile yürüyüş. Acaba ayni rotada mi gitsem dedim, sonra ters istikamet diye dusundum, sonra evvel gelişimde Dogukan ve Elif’i ardıma takip binbir hikaye ile inginclestirdigim antik kent hikayeleri ile saatlerce yurutterek bulduğum Astra antik kentine tırmanayım dedim. Bu defa daha kısa bir yoldan kente tırmandım.
Kent zirvede tum vadileri yukardan goren antik tiyatrosundan, kilisesine ve diler onemli binalarına gercekten güzel bir yer. Tek sikinti yörede çocukluğumdan beri hikayelerini duydugum define hirsizlari. Pekcok yerde köstebek kibi kazi yapmışlar.
Eminim caldiklari onlarca şey vardır, ama halen sehrin buyuk cogunlugu burada. Bu arada yukardan kamp yerimizi gözlüyorum, nara atıyorum cevap versinler diye ama ne yazık ki cevap yok.
Oysa ki kamptan duman cikiyordu, demekki birisi tekrardan atesi canlandirmis (Yagmur ile aldigimiz 2 buyuk çuval odun-Elifler ile gittiğimizde ormanda odun bulmadigimizdan çok zorlanmistik ve 1 çuval kömür aldık-komur, Yagmur’un kayincosunun kubadan ithal ettigi kömürler, bir turlu sonmuyor). Iniyorum Astradan , baktım Hasan agebeyim atesin basında patates kozluyor. Ve kahvaltı yaklaşıyor. Tekrar geciyorum direksiyonun başına, başlıyorum yumurta pişirmeye. Bu defa tereyağı, mantar, patates, sogan ve tabi ki 20 yumurta. Saniyorum nefis oldu cunkun herkes bir parca kalmayacak kadar yediler. Ama Hasan Agabeyimin hazirladigi Güvecinize-Orta ile boy ölçüşemez. Yedik yumurtayı ictik cay, aldigimiz tatlılar var onları da yedik ve uzerine üniversite tavlası oynadık (bilmeyenler icin iki tavla ve dort kisi ile oynanan eski bir oyun, keyiflidir). Bu esnada Mert bir bocek cikartiyor fanilasinin icinden, bakıyorum KENE!!! ama kimse inanmıyor. Dalga geçtiğimi düşünüyorlar. Diyorum ki bakin internetten, ama tabi ki internet yok. Neyse esyalarimizi toplanıyor ve vedalaşıyoruz Bolat ile. CIkiyoruz yola.
1 saatlik yoldan sonra variyoruz Dolhanlara, dedimizin mezarina gidip resim çektiriyoruz, ve hızlıca, koye girmeden yolda devam ediyoruz.
Arada telsizden yozumuzu gozumuzu yıkayalım diyoruz, Hasan Agabey Karapınar denen yerdeki tesislerde duruyor. Havuzunda yozumuzu gozumuzu yıkıyoruz. Bu arada Mert diyor ki internetten baktım keneymiş diyor 🙂 Tam o esnada bir tane daha kene var montunu uzerinde. Tam o sirada panik başlıyor. Herkes uzerindekini çıkartmaya başlıyor ta ki tesis sahibi burada aile var arkadaslar diyene kadar. Onun uyarisi ile hızlıca oradan ayrılıp, 1-2km ilerde dere kenarında bir yere yanaşıyor ve disari atıyoruz kendimizi. Herkes dokunuyor kıyafetleri cikartiyor. Mert’in kirlilerini bir torbaya koyup icerigine DETAN sikiyor ve bağlıyoruz. Herkes suya girip orasını burasını yıkayıp, kontrol ediyor. Ne aradigimiz da bilmiyoruz ya neyse 🙂 Yeni kıyafetleri giriyoruz ama bu isten en çok keyfi Leke alıyor. Guzelce isiyor suyun isine. Sevgili kopuşum pek sever suya istemeyi 🙂
Cikiyoruz yola, bundan sonra ilk durak zirve.
Asagi yukarı 1 saat tırmanıyoruz, bu esnada Hasan agabeyim bir yerde mola veriyor, Yagmur un hep anlattigi Madenler mevkisi. Raylar ve calisan madenler varmış bir zamanlar onları keşfediyoruz. Ama su an icin madenler kapatilmis.
En azından agizlarini guvenlik amaci ile kayalarla tikamislar. Bu arada agaclarin yaşayabildiği veya yetisebildigi rakibi çoktan gecmisiz ve etraf sanki mars yüzeyi gibi, kaya, bodur otlar, kardelenler ve erimemiz ve donmuş buz kütleleri.
Ayni ağaçlar gibi insanlarda çok geride kalmış durumda, mevsim sebebi ile yaylacilar halen asagida vadilerdeler. Ortalıkta insan yok, sadece tarla fareleri var.
Yola bir 30dk daha devam ettik. Sıcak gecen bir kisin ardindan susuzluk çekileceği kesin. Cesmelerden akan su serce parmağı kadar, ama zirveye gelince yine heryerde su, dere, kol gibi cesmeler. Egrigole variyoruz, bir çift arac var, piknik yapıyorlar golun etrafını dolanıyoruz. Aklimizdan gecen golun karsisinda kamp yapmak. O arada Hasan agabey golu geciyor ve devam ediyor, bize bir yerler daha gösterecek. O arada koca bir kartal veya dogan havalanıyor. O kadar haşmetli ve buyuk ki!!! Bu esnada yogun akan bir dere var, cekin diyoruz videomuzu, altımızda Defender var ya, takiyoruz Low-DiffLock, duruyoruz dereye. Ulen derinmiş dere, tekerler gömülüyor suya, kaputa kadar suya mi giriyoruz derken, baya bir stress ile gaza asiliyorum, bu arada arac tırmanmaya başlıyor, ve bizi çekip cikartiyor. Aman aman şükürler olsun ki ciktik. Birde kalsak ne yapardık 🙂 Neyse Egrigole geri donuyoruz, piknikçilerin tam karsi kiyisina gidelim diyoruz ancak yolu kapatan buzlasmis kardan geçemiyoruz. En iyi piknikçilerin tarafı. Zaten onlarda toplanıyorlar. Iniyoruz gol kiyisina kuzeyi ve ruzgar adisini kapatacak sekilde araçları park edip kamp atıyoruz. Hemen çadırlar, tuvalet, ates, masa kuruluyor.
Hemen hersey hazirlaniyor. Bu arada piknikçilerin bir arabası cikti yola seviyesine fakat digeri calismiyor. Ilgilenmiyoruz once çünkü ilk gittiğimizde bizden itmemiz icin yardim istemişlerdi, bizde destek ölmüştük, ancak aralarinda olan bir “pzvnk” kilikli arkadaslar Konyadan gözüküyor gibi hafif asagila içeren bir soz söyledi, kendisini de Antalya-Alanyali oldugunu vurgulayarak. Neyse üstelemedik, sadece yardim ettik (bu kisi haricinde herkes normal ve egosuz bir aile idi). Sonra arabayı çekerek çıkarmaya karar verdiler, ve gruptaki yaşlılar bizim çekmemizi isterken bizim eleman biz çekeriz (araclardan calisani Kangoo-ticari digeri ise yine ticari sanırım Tourneo idi) dedi. Biz kendi isimize donduk ama herkes olana bir ana avrat küfretti. Neyse biz isimizi yaptık, kamp attik. Tam o esnada, bizim pzvnk degil de bir diler cocuk geldi ve yardim istedi, agabey bizi çeker misiniz diye. Bizde aldık cektik yola. Sonra da dedim ki bu arac immobilizer’i arızalı ise, aracı buraya birakin, gidin anahtarını getirin dedik. Bizim pzvnk ise yok Gundogmus 15km buradan orada bırakalım dedi. Bizde tamamdır dedik ve eglencemize baktık.
Ates yanmis, Zivania golun soğuk suyuna yatirilmis, sadece sac kavurma yapma isine başlamamız gerekiyor artik. Baktık ki 4kg kusbasi ve sac buyuklu uymuyor deyince fikrimizi değiştirmeye karar verdik, aslında ikiye bölmeye karar verdik. Etin yarisini Yagmur ve Hayri Sac Kavurma, diger yarisini Hasan Agabeyim pilav ile düdüklü tencerede kavurma yapacak.
Bu esnada patlıcan sogurme ile coban salatanın karisimi bir de salatamız hazır. Neyse araba kurtarma, kene vsvs deyince gecikmişiz, sabah yedigimiz 20 yumurta çoktan hazmedilmis-erimiş, açlıktan oluyoruz. Düğünde Pilavi-Kavurma ve Sac Kavurmayi sırası ile yiyoruz, hatta Sac kavurma sonrasında ben doydum oldum derken, pilav ustu kavurmaya sadece tadıyorum ve kendimi tutamıyorum ve o da bitiyor. Artik hareket edecek halim kalmıyor, saat 09PM sadece. Gidiyorum yatıyorum, Leke yanımda Mert 5 dakka sonra geliyor. uykuya diliyoruz. Arada bir ses duyuyorum, Jandarma, sohbet ediyorlar kisaca, adam ne yaptigimize anladıktan sonra iyi geceler deyip gidiyor. Bu arada her gece benim pompalı ve bir miktar buckshot yanımda uyuyorum. Savunma veya guvenlik amaci ile degil de sadece tüfeği dışarda bırakmamak adina. Neyse uyuyorum derken bir anda uykun aciliyor, bu arada bizimkilerde sohbete devam ediyor. saat 1am de kalkıyorum muhabbete diliyorum. Çekirdek çitliyoruz, sohbet ediyoruz, ates var! cay var! kahve var! Hatırlamıyorum saat 2-3 gibi gidip tekrar uyuyoruz.
Sabah erken degil ama 830 gibi uyanıyorum, Egrigol soğuktur (ki gecen gidişimizde aksam kalmaya cesaret edememiştik, soğuktan) diye bere, eldiven, termal. uygu tulumu yatmistim. Bu esnana benim uniqlo’yu Lekeye giydirmiştim, kapsonlu montuda sarmistim Lekeye. Sabah öyle bir sıcakta uyandım ki, kendimi atamadım disariya, Leke de ayni sekilde. Atar topar cikiyoruz, bakıyorum Hasan agabeyim uyanmış. Her iki gun 20ser yumurta deyince, Hasan agabey, normal zeytin-peynir-domates-salatalik ile kahvaltı hazırladı. Yedik ve halinin uzerine devrildik. Gunesgozlugu bere, uzanmisiz, ne kadar uyuduk bilmiyorum ancak yuzum kavrulmuş bu esnada. Bir tüfek sesine uyandık. Hasan agabeyim golun kenarına bir bira kasası, uzerinede bir bira kutusu koymuş ates ediyor. Baktık birdshot ile atıyor, dedik ki boyle 100lerce saçma ile atarsın vurursun, yapabiliyorsan alsana Slug-tek kursun-domdom, vurabiliyorsan boyle vur. At at at vuruş yok, ancak gördüğümüz kursun sudan sekip, tas sektirme gibi, çok çok ötelere gidebiliyor. Anladık ki bu yone atis tehlikeli. Yagmur aldi kurşunları (onda Glock vardi) bende yüklendim fişekleri (bende de Winchester Shotgun) topluca onu kapalı bir vadi-araliga gittik. Kac kursun ettik, kaç bira sisesi vurduk bilmiyorum ancak herbirimizin kulakları cinliyordu döndüğümüzde kampa.
Dondugumuzde baktim Leke darlanmis (zaten korkuyor tüfek sesine), ben golun etrafinda dolaşayım dedim, yemek oncesi azıcıkta acikiriz demistim, Yagmur bende gelirim dedi, ardindan Hasan agabey, Hayri, Mertte gelecem dedi. Bu durumda toplandık ve yürüyüşe başladık. Egrigol’un, kamp yaptigimiz yerin hemen sol tarafında dagdan gelen suların takip geldi çok az egimli, tamamıyla cimlerle kaplı ve suların farklı farklı kanallarla aktifi menderesler oluşturduğu cim zeminin 1-2cm derinliginde ince su ile kaplı olduğu bir bölge vardi. Bu bölgeyi bir sekilde atlar ise dağlık bölgeye ve yolun olduğu karsi kıyıya ulasacagiz dedik. Ve mendereslerin daraldigi yerlerden atlamaya başladık.
Mendereslerin derinligi 30-40cm derinliginde ve suyun akisi ise şiddetli degil ama canlı idi. Birince menderesi Hana Agabeyim ve ben ilk atladık, ardindan Yagmur ve Hayri, ancak Mert bir ayagini suya soktu.
Sonra ikinci menderes, sonra ucuncu menderes, bir tane kalmisti ki arkadan bir ciglik duyduk. Donup baktigimizda Hasan agabeyin yana yatmış, ayağım cikti diyor. Once saka mi dedik, sonra koşarak yanina gittik gercekten de durum ciddi. Hemen ayagini zaten buz gibi olan suya soktuk, dedik ki yagmur-hayri siz hasan agabey ile kalin, ben arabayı almaya gideyim Mert ile. Bu esnaya kadar su ve sulak yerlerde kendinden gecen, cosan Leke, bireylerin ters gittiğini anlamış gibi idi.
f4942ab3-bf2d-40d9-a195-4075b6c24ad2
Neyse biz hızlıca geçtiğimiz menderesleri atladık ve arabayı almaya gittik. Def’i alıp geldigimde kafamda bir soru vardi, acaba Hasan agabeyimi kıyıya mi getirsek yükse def ile mi onun yanina gitsem. Korkum, çamur olan zeminde aracı gömersek ne çıkartacak birilerini ne de telefonla arayacak birilerini buluruz. Çünkü en son telefon ile konuştuğum kisi ELif, o da bir gun evvel sabah 8 idi, Astra kentinin olduğu zirveye tirmandigimdaydi. O zamandan beri telefon kapsamasının disinda idim. Neyse LOW-DiffLOCK yapıp, yaradana da silinip mendereselere girdim-ciktim-girdim-ciktim, ve yozum kara cikmadi. Landrover efsanesine yaraşır sekilde yara yara gitti, Hasan agabeyimi yükledik ve gerisin geri ciktik. Yagmur ve Mert geride kalmış, Hasan agabeyim sur dedi Gundogmus’a (dun ku Pzvnk 15km demisti ya) orada hastane var. Surduk, geldigimiz yere degilde hiç gitmediğimiz tarafa. Sonradan anlayacaktık 15km degil 50km oldugunu ve oraların, geldigimiz taraftan daha cetin ve zorlu oldugunu.
Neyse uzun bir yoldan sonra hastaneye ulaştık, genc bir bayan doktor ilgilendi, film cekti ve sonuc: KIRIK. Konyadan doktorlar arandı, dediler ki gel burada çözeriz, atele aldırt. Doktor hanim, ayağı atel ile sabitledi, ve dönüşe ciktik.
Eksik mazotu tamamladık, yiyecek birseyler aldık, ve geldigimiz yerden donduk. Saat 2pm gibi basımıza bu is geldi, yola cikismiz 3pm gibi idi. Kamp’a döndüğümüzde saat 7pm gibi idi. Hızlıca kamp i toplayalım dedik. Boyun’u yemek bu seneye kismet olmamisti ama hersey Hasan agabeyden ve sağlıktan daha onemsiz idi.
Toplantik, saat 8PM gibi yol ciktik, Konya ya varis ise 10-10:30pm gibi idi. Hasan agabeyimi evine bıraktık, sonra Yagmur’u Ummuhan ablanin evine birakip, Mert ile birlikte Mehmet Agabeyimin evine verdik. Artik aksam orada kalacaktık, sabahta yola cikacaktik. Sabah yola ciktigim 9am, molalar sonrası eve varisim ise 5pm gibi idi. Su anda evdeyim ve yarin sabah isbasi yapacağım, iki gündür askim Elif ile ve kizim Idil ile birlikte vakit geçiriyoruz. Elif biraz evvel Cherly’i almaya gitti.Bu yaziyi bitirmek icin ondan istedim Cherly i almasını. Bana kizdigini biliyorum ancak bu yazıyı bugun bitirmez isem, hiç bitiremem ama bu hatırayı yazmadan gecmek istemedim. Askim umarım bana çok kizmamissindir. Seni ne kadar çok sevdiğimi bilmeni istiyorum. Senin sayende bu macerayı yaşadım ve kafam çok rahatlamış evime dondum. Canim esim sana çok teşekkür ediyorum.
Evimiz, 13 Mayis 2018